Tasarımda Hatalara ve Tesadüflere Yer Yok!

Kemal Can
Hazırlayan: Nisa İrem Kırbaç

Lif sanatının pamuk, kenevir, yün gibi doğal malzemelerden yararlandığı biliniyor. Bu bağlamda coğrafi koşullar değiştikçe lif sanatında ne gibi değişiklikler görülüyor?

Dolayısıyla madde değiştikçe eserlere yüklenen anlamlar nasıl değişiyor?

Lif sanatına verilen ilk isim tekstil sanatıydı. Önceleri yaygın olarak doğal malzemeler kullanılıyordu. Yani lif denildiğinde ilk anda akla gelen ipek, kendir, kenevir, yün, ipek gibi bitkisel ve hayvansal kökenli malzemeler kullanılırdı. Ama zaman içerisinde aslında life pek de uzak olmayan bazı eğrilebilir, bükülebilir, dokunabilir malzemeler de lif sanatçıları tarafından kullanılmaya başlandı.

Bunlardan bir tanesi teldir. Tel deyince insanların aklına ilk anda bazı sorular gelebilir. Halbuki Topkapı Sarayı’ndaki kıyafetlerde tel kullanımına sıkça rastlamak mümkün.

Tel kırma diye bir tekniğimiz var. Bu örnekteki gibi geleneksel ve bilinen tekstil malzemelerinin dışındaki eğrilebilir, bükülebilir, dokunabilir her türlü malzeme kullanılmaya başlandıkça “tekstil sanatı” isminin yerine daha geniş bir malzeme yelpazesini anlatan “lif sanatı” ismi kullanılır oldu.

Ama kimi kaynaklarda “tekstil sanatı” diye görürseniz bunda bir sakınca yok, kullanılabilir. Uluslararası bir sergiye katılmak için Norveç’e gitmiştim. Orada sergiye katılan bazı sanatçılar artık “lif sanatı” kavramını değil de doğrudan yalnızca “sanat” kavramını kullandıklarını söylediler, böyle yeni bir oluşum da var.

Gelişen zaman içerisine işin içine doğal malzemelerin yanında sentetikler de girmeye başladı. Sentetik demek biraz sınırlı, kimyasallar diyeyim. Kimyasallar rejenere ve sentetik malzemeler olarak ayrılıyor. Lif sanatı yapmak için tüm bu malzemelerin hepsi kullanılabilir.

Lif sanatı coğrafyadan coğrafyaya şöyle farklılık gösterebilir. Mesela Latin Amerikalı bir sanatçının “Hemen yanı başındaki malzeme nedir?” diye soracak olsak cevap lama yünü olabilir. Dünyanın başka bir yerinde yaşayan bir sanatçının bunu bulması ve dolayısıyla kullanması kolay olmayabilir.

Ya da Çin’de sanatçılar belki ipeğe biraz daha yatkındır diye düşünülebilir. Çünkü yüzyıllar boyunca geleneklerinde var olan bir malzeme. İpek ilk olarak Çin’de bulunmuştu, biliyorsunuz. Bu durum Dünyanın kuzeyinde veya güneyinde yaşayanlar için de geçerlidir. Önemli olan o elindeki malzemenin dilini doğru kullanmak.

Diğer taraftan, bazı zamanlarda, özellikle yokluk dönemlerinde lif sanatı bu eksikliklerden çok hakikaten etkilenmiş.

Şöyle ki, Dünya Savaşı sonrasında yapılan çalışmalara baktığımız zaman eski Doğu Bloku ülkelerinde oldukça kaba, grotesk tekstil objeleri ortaya konulmuş. Çünkü ellerinde kullanabilecekleri yeteri kadar yün, pamuk, ipek gibi malzemeler yokmuş.

Ellerinde var olan kaba malzemelerin kullanılması ile sanat nesneleri grotesk yapılara dönüşmeye başlamış. Bu ilk başta bir dezavantaj çünkü sanatçı o malzemeyi buluyor ve başka bir seçeneği olmadığı için onunla çalışıyor.

İlk anda dezavantaj gibi duran bu durumda kaba malzemeler ile birlikte temel sanat elemanlarından “Işık ve Gölge” lif sanat ürünlerinde farklı türden yer almaya, dolayısıyla onlara farklı türden değerler katmaya başlamışlar.

Ortaya rölyef tadında, heykelimsi, üç boyutlu işler çıkmış. Polonyalı sanatçı Magdalena Abakanowicz’in işlerinde bu durumu ve bu durumun Abakanowicz’in sanatçı kişiliğine kazandırdıklarını çok net görürüz. Onun yarı soyut sayılabilecek figüratif işlerinin grotesk yapılarında Polonya’nın o dönem yaşadığı dram vardır.

Buna karşılık aynı dönemde, Amerika kıtasında savaş yaşanmadığı için Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan sanatçıların malzeme bulma sıkıntıları bu boyutta olmamıştır. Onlar ilerleyen teknoloji sayesinde geliştirilmiş olan yeni malzemeleri de kullanabilmişlerdir.

Anlam konusuna gelince bizler yaptığımız çalışmalarımızda malzemelerin dillerini kullanır, özde söylemek istediklerimizi onlar aracılığıyla söyleriz. O nedenle aynı bir yabancı dil konuşur gibi o dili çok iyi bilmemiz lazım.

Bizim yaptığımız çalışmalarda tesadüflere pek yer yoktur. Ama tesadüfler kaynak olarak kullanılabilir. Bazen tesadüfen gördüğünüz bir şey, bir durum, malzemeler arasındaki ilişki size ilham verebilir. Özellikle tasarımlar için hatalar, yanlış müdahaleler söz konusu olamaz.

Yanlışlık yaptığınız an o proje, tasarım çöker. Bir tane çizgiyi veya çözgüyü unuttuğunuzda, baskı sırasında aksı kaydırdığınızda, hesap hatası yaptığınızda o ürün, o kumaş gitmiş demektir. Zarar her anlamda büyük olur.

Tasarım açık uçludur. Kullanıcının ürünlere yüklediği anlamlar ve fonksiyonlar değişir. Siz sanatsal çalışmalarınızın bir kısmını doğada yapıyorsunuz.

Halk çalışmalarınıza katkıda bulunuyor mu?

Biz yaptığımız her “Doğal Çevrede Lif Sanatı” çalışmasında önce çevreyi etüt ederiz. O bölgedeki doğal yaşam sürecini ve dengesini anlamaya çalışırız. Bu döngünün içerisine saygılı bir şekilde girmemiz gerektiğinin farkındayız. Dolayısıyla yapmış olduğumuz her müdahalenin doğayla ilişkisi çok önemli. Doğal veya sentetik olması fark etmeksizin kullanılan her malzeme doğayla bir şekilde ilişki kurar.

Araziye çıkarken yanımızda muhakkak saha komiseri gibi çevre mühendisi olur. Çünkü doğal çevre ile ilgili yeni sanatsal bir söylemden, yaklaşım biçiminden bahsediyoruz. Dolayısıyla yanımızda çevre mühendislerinden bir saha komiseri olmak zorunda.

Eğer uygulanan veya uygulanacak olan projenin gidişatında bir yanlışlık, kullanılan malzemelerde bir problem varsa çalışmayı iptal etmede mühendisler bizden daha yetkilidir. Doğayla diyalog kurmak, onu anlamak, kavramak için yapılan minimum müdahaleler dışında anlamsızca bir dalın kırılması, bir karıncaya bile zarar verilmesi kabul edilemez.

Yapılan çalışmaların sonunda o bölgeyi bulduğumuz gibi, geride bir atık malzeme bırakmadan, saygılı bir şekilde terk ederiz. Bizim doğaya ihtiyacımız var, doğanın bize değil.

Çalışmalarımızda önemli olan, özde yatan yola çıkış amacımız. Eğer interaktif çalışma yapmak gibi bir derdimiz varsa bunu izleyicilere önceden belirtiriz. Genelde bizimle çalışmak çevredekilerin hoşlarına gidiyor.

Şile’de Üniversitemizin Fotoğraf Bölümü ve diğer sponsorlarla birlikte “Işığa Kavuşmak” isimli çalışmamızı yaparken anneler, teyzeler, amcalar, gençler, çocuklar kısaca Şileliler bizimle duygusal ilişkiler kurdular ve yardıma geldiler.

Her anlamda bizi desteklediler. Ama bu projenin özüne doğrudan etki edecek, değecek bir müdahalede bulunmalarına müsaade etmedik. Çünkü projenin özünde böyle bir düşünce yoktu.

Kaldı ki kişisel olarak da bu tip çalışmaları yaparken eline kalem, boya alan herkesin her çalışmaya müdahale etmesini istemem. Çünkü bir süre sonra yapılanlarla durum çevre kirliliğine dönüşmeye başlıyor. İş kontrol dışı, denetimsiz ilerlerse bayağılaşıyor. Bu olmaz.

Şile projesinin uygulanması öncesinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü olarak proje ortağımız Fotoğraf Bölümü ile birlikte Şile Belediye Başkanlığı, müdürlükleri, ilgili çalışanları, diğer sponsorlar ve Şileliler ile defalarca toplantılar, sunumlar yaptık.

Onlara proje, özde yatan anlamı, kullanılacak olan malzeme ve teknikler, projenin sanat alanındaki yeri üzerinde açıklamalarda bulunduk. Şile feneri ve Şile bezi merkezli bu türdeki diyaloglar yaklaşık bir buçuk sene sürdü.

Onların projeye inanmalarını, sahiplenmelerini sağladık.

Bir eseri ortaya koymadan önceki araştırma süreciniz nasıl ilerliyor? Lif sanatı insani bilimlerden ne kadar yararlanıyor ve tam tersi bir ilişki kurulabilir mi?

Yani insani bilimler lif sanatından yararlanabilir mi?

Çalışmalarım birbirinden farklı ama birbiriyle bağlantılı üç sanatsal söylem biçimi odaklıdır. Bir tanesi “Lif Sanatı”, bir tanesi bu sanatın doğal çevreye taşınmış hali diyebileceğim “Doğal Çevrede Lif Sanatı”, bir diğeri de yapay çevreye taşınmış hali olan “Yapay Çevrede Lif Sanatı”.

Son ikisi teorik ve uygulamalı olarak benim geliştirdiğim, isimlerini verdiğim yeni sanatsal söylem biçimleridir.

Diğer sanat dallarında olduğu gibi, lif sanatı nesnesi oluştururken genel olarak iki türlü yöntem izlenebilir. Birincisi malzeme ile denemeler yapmak, farklı fiziksel ve kimyasal tekniklerle yapılan müdahalelere vermiş olduğu tepkileri görmek, değerlendirmek, malzeme ile diyalog kurarak onun dilini anlamaya çalışmak.

Sonrasında bu yolla ona görsel ya da düşünsel anlamlar, mesajlar yükleyerek yaşanan yaratıcı sürecin sonucunda sanat nesnesini oluşturmak.

İkinci yöntem ise baştan belirlenen görsel ya da düşünsel ileti için doğru malzemeyi ve tekniği aramak, diğerlerinin arasından onu seçerek kullanmak. Görüldüğü gibi her iki yöntemde de malzeme ve beraberinde tekniğin önemi büyüktür.

Örneğin çevreci bir yaklaşımdan bahsediyorsak ya da teknoloji ile ilgili bir iletimiz varsa kullanacağımız malzemelerin, dolayısı ile dillerinin, onlara göre farklı olması gerekir.

Doğal çevrede lif sanatında ise önce gidilecek olan yerin, oranın atmosferi içindeki doğal zaman-mekân döngüsünün iyi incelenmesi, etüt edilmesi lazım. Şu ana kadar çalıştığımız yerlerden bazıları Kilyos, Abant, Gölcük, Akkayalar, Akçakoca, Bolu, Ilgaz, Erdek, Bilecik ve Adana’dır. Söylediğim gibi önce bölgeye gidip etüt yapıyoruz.

Oranın özelliği ve yaşanmışlıkları ile ilgili notlar alıyoruz, fotoğraflar çekiyoruz. Orayı, orada geçen zamanın sebep-sonuç ilişkileriyle anlamaya çalışıyoruz.

Eğer elimizde gidip araştırma imkânı yoksa bu sefer daha önce orada bulunmuş olanların sağladıkları görsel ve yazılı kaynaklardan beslenmeye çalışıyoruz.

İkinci bahsettiğim durum biraz eksik kalabiliyor. Çünkü bir olayı okumak, duymak başkadır o atmosferin içerisine girip orayı yaşamak başka. Ortaya konan eserlerimizi orijinal yerlerinde görmeden, onlara dokunmadan, oradaki havayı hissetmeden vermek istediklerini tamamen algılamanız mümkün değildir.

Önemli olan o atmosferi bulmak ve malzemelerin dilleri ile söylediklerimize şahit olmak. Ama bu izleyiciler için pratikte her zaman mümkün olmayabiliyor. O nedenle yapılanların fotoğraf ve video çekimlerinin yapılmasının işlerin yarınlara taşınması noktasında yaşamsal önemi var.

İlgili sergilerimizi bu sabit ve hareketli görüntülerle açıp arşivleyebiliyoruz.

Yapay çevrede lif sanatı yapıtları ise insan eli ile yapılmış yaşanmışlığı, anıları olan mekân ya da mekanlarda lif ile yapılan sanatsal çalışmalardır.

Sanatı da tasarımı da insan yapar. Bu bağlamda baktığımızda insanı ilgilendiren her şey bizim ilgi alanımıza giriyor. Dolayısıyla ilgili alanın sosyolojik boyutu da bizim alanımıza giriyor.

Gittiğimiz bölgeleri etüt ederken, çalışmalarımızı yaparken bölgeyi anlamak için insanlarla diyalog kurmamız gerekiyor. Biz o bölgeleri okuyup değerlendirmeye çalışıp ve bu okumalar üzerinden doğal çevre veya yapay çevre ile ortaklık anlayışı ile sanat objeleri yapıyoruz.

Çevrede lif sanatı kavramı akıllara sürdürülebilirlik, çevre farkındalığı gibi konuları getiriyor.

Çevrede lif sanatı bu farkındalığın yaratılması ve ileriye götürülmesinde nasıl rol alabilir?

Sürdürülebilirlik özellikle son zamanlarda gündemde olan konulardan bir tanesi. Bizim alanımız ve derdimiz öncelikle sanat, sanatsal yaklaşımlar, çözümlemeler, yapıtlar, sanat eğitimi gibi sanatla ilgili konular.

Bu temelden, ana düşünceden uzaklaşmamız, farklı bir iddiada bulunmamız söz konusu olamaz. Biz bilimsel çalışmalar değil sanat etkinlikler yapıyoruz, öncelikle bunun altını çizmeliyim.

Çevrenin farkında olmak, çevre duyarlılığı, çeşitliliğin ve devamlılığın sağlanması, kendi kendine yetme gibi konulara sanat yoluyla dikkat çekmek mümkün.

Sürdürülebilirlik; farkında olduğumuz, gündemimizde olan, hassasiyetle bir tarafından tutmaya çalıştığımız, yapıtlarımızın özlerinde yer verdiğimiz, ilgili birtakım düşüncelerle çalışmalara başladığımız, yola çıktığımız önemli kavramlardan bir tanesi.

Şu anda 21. yüzyıldayız. Çevreye çevre mühendislerinin yaklaştığı gibi insanın olumsuz etkilerinden çevreyi, çevrenin olumsuz etkilerinden insanı korumaya çalışan dengeli bir yaklaşım paralelindeki düşünceler ile sanatsal çalışmalar yapmayı hedefliyoruz.

Kimyasal lifler yani sentetikler ve rejenereler günümüzün gerçeği, bunu değiştirmemiz mümkün değil. Böyle bir niyetimizde yok. Çalışmalarımızda mümkün olduğunca doğal malzeme kullanıyoruz ama günümüzün de farkındayız.

Eğer uygulanacak çalışmada özel nitelikleri bakımından teknolojik olanların kullanılması gerekliyse onları yeğliyoruz. Örneğin radikal çevreci gruplar bile etkinliklerinde teknolojik tekstillerden üretilmiş giysiler ve aksesuarlar kullanırlar. Önemli olan özde yatan niyet; bilinçli olarak, sorumlulukla gerekeni, gerektiği yerde, gerektiği kadar kullanmak düşüncesidir.

Moda tasarımcıları, ürün geliştiriciler ve tekstil atölyelerinde çalışan insanlar, hızlı modayla gelen bir üretim ve tüketim yorgunluğundan bahsediyorlar.

Bunun yanında hepsi giyilebilir teknolojilerin moda sektörünü kurtarabilmek için bir umut olabileceği beklentisi içinde. Sizin bununla alakalı yorumunuz nedir?

Ve daha sürdürülebilir bir moda sektörü teknoloji üzerinden nasıl sağlanabilir?

Giyilebilir tekstillerin moda sektörünü kurtaracak olduğu konusuna katılmıyorum. Moda dünyası tekstil sektörünün vitrinde olan kısmı. Arka tarafta ise ekonomik, psikolojik, sosyolojik bağlamda hayatın içinde olan dev bir endüstriyel sektör var.

Moda bu sektörün kanallarından, alanlarından bir tanesi. Diğer kanallardan farkını ise az önce söyledim, önde, vitrinde olması.

Modanın kurtarılma gibi bir derdi yok. Bu noktada ekonomi de önem kazanıyor. Bu konunun üretici-tüketici ilişkilerini analiz etme platformunda incelenmesi lazım. Gerçekten ona ihtiyaç var mı?

Modanın çıkışı özetle şudur: Hem yeni önerilenler paralelinde bir gruba ait olacaksın hem de farklı olacaksın. Bana sorarsanız bu sürecin piyasa ayağı artık tehlikeli bir hal almaya başladı.

Çünkü insanları yetinmeyen, kullandığıyla pratik ve duygusal ilişki kuramayan, hızlı bir şekilde tüketen, kıymet bilmeyen canlılar haline getirdiler. Bu tehlikeli bir durum çünkü dünya üzerindeki kaynaklar belli.

Bu durumun farkında olan bazı firma yöneticileri kendilerini bu hızlı piyasadan çekip üretimi yavaşlatmaya, tüketicilere üretim geçmişiyle ilgili bilgiler vermeye başladılar. Tüketiciler de giderek daha bilinçleniyorlar.

Ayrıca kaynaklarımızın sınırlı olduğunun farkına varıp üretimde atık malzemeleri kullanmaya başlayan tasarımcılar da var.

Kumaş temelde giyinme ihtiyacından ortaya çıkan bir şey ve ana fonksiyonu giyilebilir olması. Hiç giyilebilir ya da kıyafet olarak tanımlayabileceğimiz bir şey yarattınız mı?

Pratik kullanıma yönelik çalışmalarım var.

Örneğin son olarak Almanya’nın Flensburg Üniversitesi ve Özbekistan’ın Namangan Üniversitesinin ilgili bölümleri ile bölümümüzün birlikte gerçekleştirdiği uluslararası “Tekstilde Sürdürülebilirlik- Keçe Çalışmaları” projesi için gerçekleştirdiğim seri sonu kalmış giysilere katma değer kazandıran, pazara doğrudan katkı sağlayabilecek tasarımlarım var.

Ayrıca eğitimimizin içinde konu ile ilgili diploma öğrencilerimize danışmanlıklar da yapıyorum. Tekstil deyince çok büyük bir dünyadan bahsediyoruz. Tasarım konusunda görsel çözümlemelerden çok, gündelik kullanıma yönelik pratik, işlevsel çözümlemeler daha çok ilgimi çekiyor.

Ama ağırlıklı olarak, konuşmamın başında belirttiğim gibi, sanatsal çalışmalar yapıyorum.

Kumaşın öncelikli görevinin belirlenmesinde ise coğrafi koşullar da önemli rol oynamaktadır. Benim için kumaşın sosyolojik boyutu da önemlidir.

Tekstil tarihi üzerinde yaptığım çalışmalar sırasında tekstilin tarihsel süreç içinde ülkelerin sınırlarını çizdiğini, endüstri devrimini başlatan en önemli unsurlardan biri olduğunu, kölelik anlayışına etkilerini, bağımsızlık mücadelesi veren bir ülkenin bayrağı olduğunu gördüm.

Tekstil yalnızca kumaş değildir, tekstilin insanlık için anlamı görünenin, kumaşın ötesindedir. Örneğin İngiltere’nin Mısır’a, Hindistan’a, Avustralya’ya gitmesinin sebebi tekstildir.

Birbirinden binlerce kilometre uzaklıktaki dönemin iki büyük medeniyetleri olan Bizans ve Çin’i birbirine ipek bağlamıştır. Hiçbir temel malzeme insana bu kadar yakın değildir. Yine hiçbir malzeme insanın hayatında bu kadar etkili olmamış.

Kısaca, “Medeniyetinin çözgü ve atkısı tekstildir”, “Tekstil medeniyeti dokumuştur” demem konuyu özetler.

Tekstilin içinde görselden öte dokunsal faktörler de var. Fakat sizin yaptığınız işlerde daha çok görselliğin öne çıktığı görülüyor.

Malzemenin orijinalliğinin ya da dokuma metodunun sanat eserine katkısı nedir?

Lif sanatında tezgâhta dokunan kumaş kadar, onu kullanmamızın altında yatan sebep, öz önemlidir. Hem tasarım nesnesinin hem de sanat nesnesinin bir görünen tarafı, somut biçimi bir de görünmeyen, soyut içeriği, konusu, teması, iç tarafı vardır.

Fonksiyon bunların kesişiminde yer alır. Sanatın pratik fonksiyonu yok. Ama manevi, ruha yönelik fonksiyonu var. Tasarım ise maddi kullanıma yönelik fonksiyonu olan birtakım gündelik problemlerin çözümlerine yönelik önerilerdir.

İşlerimde öz-biçim ilişkisi, her sanat yapıtında olduğu gibi yapıtın varoluş nedeni temeldeki en önemli konudur.

İnsanların ürettiklerinize birebir dokunmuyor olması bir anlam kayması yaratabilir mi?

Bu durumda doku ve malzeme faktörü daha iyi nasıl aktarılabilir?

Özde yatanın ötesinde, planlama dışında yapılanlar anlatılmak istenenlerin aktarılmasına bir katkı sağlamaz, tam tersine çalışmanın özüne zarar verir, kaosa neden olur.

Ayrıca izleyiciler ile interaktif ilişkiler kuran, izleyicilerin katılımı ile değer, boyut kazanan çalışmalar da yapıyoruz. Önemli olan baştaki yola çıkış amacı.

Çevrede lif sanatı kapsamında yapılan işlerin çoğunda bu işlerin yerleştirildiği mekân çok önemli.

Zaman ve mekân göz önünde bulundurulduğunda şu ana kadar sizden herhangi bir işinizi tekrar etmeniz istendi mi ya da siz tekrar ettiniz mi?

İstendi, yapmadım. Örneğin Adana’da Seyhan Nehri’nin üzerinde yaptığımız 250-300 kiloluk pamuk balyaları ile birlikte 3 kilometre halat, 3 kilometre pamuklu bez kullandığımız yapay ve doğal çevredeki lif sanatı projesinin etkisi büyük oldu.

Bu iş çok etkili olduğu için Gediz’in, Menderes’in üstüne de mi Pamuk ipliği çekelim? Bizim için çevre ve orada varoluş sebebimiz çok önemli. “Çukurova’da Hayat Pamuk İpliğine Bağlıdır” projesinde pamuk ipliği kullanıldı.

Çünkü projenin amacı sanatın yolu ile o bölgedeki pamuk üretimiyle ilgili problemlere, politikalara dikkat çekmekti.

Tekrarın anlamı yok. Bir fikir bir kere tuttuğu için sömürmek doğru olmaz. Tekrar edilenler anlamsız, basit kopyalardır. Sanat yapıtının ünik, orijinal yaratmalar olduğu unutulmamalıdır.

Adorno’ya çok yakın bir sanat tutumunuz var. Tekstil sektörü ekonomi ve bürokrasiyle fazlasıyla bağlantılı. Tarihselleştirecek olursak tekstilin ilk çıkışı insanın doğa korkusu ve doğayla olan ilişkisi.

Bizim yarattığımız her şey doğayı bir şekilde bükmemizin sonucu. Tekstil de bu doğanın içinde çok büyük bir noktaya gelmiş ve siz bu tekstili yontarak tekstil üzerinden bir sanat yapıyorsunuz.

Yaptığınız şey çok büyük bir şeyi kırıp onun içerisinde yol açmak olarak değerlendirilebilir mi?

Yaptıklarımın “çok büyük bir şeyi kırıp onun içerisinde yol açmak olarak değerlendirilebilmesi” sorusu bana ilginç geldi. Hiç böyle düşünmemiştim. Kim bilir?

Ürettiklerim sonuçta iki ya da çok boyutlu birer sanat objeleridir. Dolayısıyla sanatsal yaklaşımda ne varsa bunlarda da onlar var. Var olmaya devam edecek.


Kemal Can 1962 yılında İstanbul’da doğdu. 1981 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. 1988 yılında Araştırma Görevlisi, 1992 yılında Yardımcı Doçent, 2000 yılında Doçent, 2006 yılında Profesör oldu. Halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü’nde, Bölüm Başkanı olarak görev yapmakta, sanat ve tasarım üzerinde dersler vermektedir. Farklı dönemlerde yurtdışında eğitim alıp, eğitim veren, ödülleri bulunan Kemal Can yurt içi ve yurt dışında “Karikatür”, “İllüstrasyon”, “Lif Sanatı”, yeni bir söylem biçimleri olarak (teorik/uygulamalı) geliştirip isimlerini verdiği “Doğal Çevrede Lif Sanatı” ve “Yapay Çevrede Lif Sanatı” ile ilgili sergiler açmış, karma sergilere katılmış, performanslar yapmış, çalıştaylar organize edip yönetmiştir. Kendi özgün “Beliz Tekniği” ile gerçekleştirdiği bazı lif sanatı yapıtları müze ve özel koleksiyonlarda yer almaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir